Alt ve üst: Epstein dosyalarında ‘kişilik’ aranıyor
A. Hamit Akın
Gerçek ile kurgu arasındaki sınırlar eridikçe, kurgunun rahatlatıcı büyüsüne daha çok kapılırız. Gerçeği kurguya katarak simüle edildiğinde her şeyin eskisi gibi olduğu algısı korunur. Böylece günlük simülasyonun geriliminden kurtulmanın, çelişkilerimizi geride bırakıp rahatlamanın en kolay yolu “imaj endüstrisi” oluyor. Dev dijital platformlar sınırsız içerik sunarken, “aşağı kaydırma” kaslarımızla görüntüden görüntüye koşuyoruz.
Netflix, 2020 yılında Jeffrey Epstein’ı konu alan “Scary Rich” adlı belgeselini yayınladığında pedofili vakası henüz kimse tarafından dile getirilmemişti. Ta ki Epstein’ın pek çok ünlünün çocuklara tacizde bulunduğunu kaydettiği belgeler bu yılın başında ortaya çıkana kadar. Bill Clinton’dan İngiltere Prensi Andrew’a kadar herkes oradaydı… 2019 yılında Epstein’ın intihar ettiği haberi gelmişti. Sanki suçun tek faili kendisiymiş gibi cezasını kendi verdi.
Netflix belgeseli yayınladığında merkezde tıpkı vakada olduğu gibi Epstein’ın kendisi vardı. Suça karışan isimler neredeyse hiç anılmadı bile. Hata kategorileri olan benzer içeriklerin amacı bu değil mi? Kitlelerin “Ya şöyle olursa” tepkisini saklayarak bastırmak değil, tek merkezde olup biteni en “şeffaf” haliyle göstererek bastırmak. Günümüz algısı zaten buna uygun çünkü kurgunun rahatlatıcı büyüsüne kapılmak en büyük gerçekliğimiz haline geldi. Bu durumda Epstein davasında ortaya çıkan ünlülerin görüntüleri zayıf tepkilerden ziyade ancak magazin haberlerinin konusu olabilirdi. Tıpkı Türkiye’deki asıl kaygının, Epstein olayının ciddiyetinden ziyade, belgede adı geçen iki Türk’ün kim olduğu olduğu yönünde.
NE KADAR ÇOK İÇERİK, O KADAR NORMALLEŞME
Epstein’ın ifşaatlarından tam bir hafta sonra, Amerika’daki Hasidik cemaatine ait sinagogun tünellerinde bulunan kanlı bir yatak, bebek arabası ve çocuk kıyafetleri medyada yer alınca, çocuk istismarı artık yeterince normalleşmişti. Ne kadar çok maruz kalma, o kadar normalleşme. Ne kadar çok içerik, o kadar sansasyonel normalleşme…
Şimdi peyzaj endüstrisini ünlülerin üst sıralarda yer almasıyla birlikte düşünelim. Guy Debord, ‘Gösteri Toplumu’ kitabında şöyle diyor: “Tek bir sosyo-ekonomik sistemin yönetimi için oluşan güçler savaşı, aslında gerçek bir birliğe ait olsa da biçimsel bir çelişki olarak karşımıza çıkıyor; bu geçerli. hem her ulus hem de dünya çapında.” Bir çelişki gibi görünen bu savaş, tüm bilgiler yayınlanırken kitlesel tepkiyi kurgu ötesine taşıyamıyor.
Magazinin ve komplo teorilerinin ortasında asıl tartışmalar devam ederken sorulması gereken asıl soru, çocuk istismarının neden bu kadar görünür hale geldiğidir. Ses çıkması için tabandaki hatanın üstte görünmesi mi gerekiyor? Realite gösterileri bu tür kötülükleri cezalandırıyormuş gibi görünürken, sessiz kalması mı bekleniyor?
TEPE İLE ÜSS ARASINDA:AGAH BEYOĞLU
Öte yandan ‘Kişilik’ dizisinin ikinci sezonu geçtiğimiz aylarda Gain’de yayınlanmıştı. İlk dönemde pedofili, ikinci dönemde ise faili meçhul cinayetler ön plandaydı. Cinayetin halk düzeyinde anlatıldığı dizinin ilk bölümünde Kambura kasabasında 30 kişinin cinsel istismarına uğrayan bir kız intihara kalkışıyor. Sesini yükselten ve kendi yargı mekanizmasını devreye sokan kişi ise emekli adliye katibi Agah Beyoğlu’dur.
Tepenin ortasında ve dibinde yer alan Agah Beyoğlu, bu hatanın faillerini bunca yıl sonra bulur, adaletin sağlanmadığı yerde kendi mahkemesini kurar ve yeniden kendi ceza sistemini işletmeye başlar. Cinayetlerini giydiği kedi derisiyle işlemeye başlıyor ve “Ben sadece bir köpek katili değilim, aynı zamanda canı istediğinde evden kaçan bir kediyim” diyor. Tek dayanağı Alzheimer hastası olması, yani yaptığı her şeyi unutuyor.
Epstein Davası yani üst kısım suçun işlendiği yer ise alt kısım yani seri cezanın başladığı yerdir. Ancak ‘Kişilik’in ilk döneminde kurgusal karaktere verilen ceza, ikinci dönemde izleyiciye gerçek yansımasını da beraberinde getiriyor. Dizideki faili meçhul cinayete verilen gerçek tepki, kurgusal karakter Agah’ın yansıması kadar keskin ve nettir. Dizideki asıl tepki suça değil adalet arayışına yönelikti.
Peki analiz nedir? Rahatsızlığımızı dile getirmekten kaçınamadığımız ama bunun ötesine geçemediğimiz bu tür durumlarda ne yapmak gerekir? Bir köpeği öldürmek gibi kişiliğimizi “kişisel bir mesele” diyerek mi ortaya koyuyoruz? Yoksa “rahatlatıcı” suç sahnelerini izleyerek kendi yargı sistemini kuran yeni idollerin hayalini kurmak mıdır? Peki sadece kurgunun içindeki görüntüyle bütünleşiyor mu? Gerçeği bir kenara bırakırsak kesin bir cevap bulmamız şimdilik çok zor.
Bunu yine Debord’a aktaralım: “Gösteri sermayedir ki öyle bir birikim aşamasındadır ki, imgeye dönüşür. Çünkü gösteri kendinden başka bir şeye ulaşmak istemez.”